Yazan: Şeref Yumurtacı
serefyumurtaci@gmail.com
Gidenlere Selam Olsun…
Türk İslam tarihinin nadide isimlerinden biri, Kültür Turizm Bakan Yardımcısı Prof. Dr. Haluk Dursun Hocamızı Malazgirt Zaferi kutlamaları organizasyonu için gittiği Muş’tan, Van Erciş’e geçerken geçirdiği trafik kazasında kaybettik. Topkapı Sarayı Müdürlüğünden beri tanıma fırsatına nail olduğum bu güzel insanın vefatı gerçekten derinden üzdü beni.
Merhum Semavi Eyice’nin tabiri ile o kültür hizmetçisi, memleket sevdalısı bir şahsiyetti. Allah rahmet eylesin mekânı cennet olsun…
Kalem kâğıt elimde kitapları başucumda böyle bir hazine nasıl anlatılır diye düşünürken saatler gece yarısını çoktan geçmişti… Aslında sayfalarca yazılabilirdi O, yazılırdı ama gerçekten her kelime yakışmazdı onu anlatmaya.
Hafızam beni yanıltmıyorsa bu senenin başı idi sanırım, bahçesinde oturmanın bile ayrı bir keyif verdiği Topkapı Sarayı’nda Haluk Hoca’yı görmüş birkaç kelam konuşmuş ve bir sırrına tanıklık etmiştim. Bu sırra tanıklık eden birkaç kişi idik. Enderun Meydanında bir ağaç göstermişti adı Kış Tatlısıymış. Senede bir iki hafta açar sonrada kaybolur gidermiş. Güzel bir hatıraydı benim için…
Köşem Sultan / Topkapı Sarayındaki Aşk Hikâyesi
Bildiğimiz, zihnimizde oluşturduğumuz bürokrat algısının çok dışında bir insandı Haluk Hoca. Güler yüzlü, samimi, kibirden uzak tam bir İstanbul Beyefendisiydi. Merhum Gazeteci Savaş Ay’ın vefat etmeden birkaç ay önce gün yüzüne çıkardığı ve yıllar sonra kendisinin de anlattığı bir anısını bugüne kadar beklide hiç duymadığınız bir aşk hikâyesini Haluk Hoca’nın kendi kaleminden paylaşmak istiyorum sizlerle;
…
Aslında bu olayı emekli olup, köşeme çekildikten sonra yazmayı düşünüyordum.
Çünkü biliyordum ki, ben yine çenemi (kalemimi) tutamayarak zülfü yâre dokunacağım…
Ama o dönemde yaşananları anlattığım bir dostum çok ısrar etti, bunu mutlaka yazman lazım dedi.
Ben de hikâyenin içinde hem bürokratik bir zihniyet hem de gerçek bir aşk hikâyesi bulunduğu için saray tarihine bir kayıt düşürmeye karar verdim…
Kimse ısrar etmesin isim vermeyeceğim.
Topkapı Sarayı’nda müdürlük yaptığım dönemde, makam odamda otururken bir kumrunun açık pencereden girerek avizenin etrafında uçtuğunu gördüm.
Hiç kımıldamadan seyretmeye başladım.
Kumru sanki tavaf eder gibi odanın her tarafında dolaştı, avizenin üzerine kondu, bir süre oturdu. Sonra geldiği gibi uçup gitti. Biraz sonra yanında başka bir kumru ile tekrar geldi.
Bu sefer sanki bir ev (saray) sahibi edasıyla onu gezdirdi.
Yeni geleni elinden, (kanadından) tutar gibi aldı ve avizenin içine oturttu. Bir süre koklaştılar… Sonra uçup gittiler.
Ertesi gün ikisi birlikte ağızlarında dal parçacıkları ile geri geldi ve avizenin içine bir yuva kurmaya başladılar.
Yuva bir kaç gün içinde kuruldu.
Ben olup biteni hiç ses çıkarmadan izliyordum. Dişi kuş yumurtlama hazırlığı yapıyordu.
Galiba onlar da beni izliyordu ki, hiç tedirgin olmuş gibi görünmüyorlardı. Buna karşılık dışarıdan odaya başka birisi girince, hemen ürküp pencereden kaçıyorlardı.
Baktım olmayacak, makam odamı onlara bırakıp hemen karşıda bulunan küçük bir odaya geçtim. Bir gün televizyon çekimi için Topkapı Sarayı’na gelen gazeteci dostum rahmetli Savaş Ay, hocam niye bu küçücük odada oturuyorsun, diye sordu.
Ben hâlden anlarım, bir kumru arkadaşım sevgilisine, ben seni saraylarda yaşatacağım, diye söz vermiş, insan yuva kurana yardımcı olmaz mı dedim.
Hocam ne olur göster dedi ve kapıdan odadaki yuvanın resmini çekti.
Ertesi gün beni Ankara’dan arayan arayana… Derhal oda açılsın, yuva dağıtılsın, saray bakımsızlıktan perişan olmuş görüntüsü verilmesin, dediler.
Meğer Savaş Ay haber yapmış bizim kumru hikâyesini…
Hemen aradım, üstad sen ne yaptın, dedim.
Hocam bu kadar güzel malzeme, ( haber) buldum yazılmaz mı Allah aşkına, dedi.
Gazetede sabah toplantısında anlattım, herkes ayağa kalktı ve seni alkışladı, diye ilave etti.
Sadece gazete değil, Ankara da ayağa kalktı sayende, diye cevap verdim. Ne yapacaktım?
Çifte kumrulara kol kanat gerip onların saadetlerini mi korumaya çalışacaktım, yoksa odayı kullanmaya açarak bir yuvanın dağıtılmasına mı neden olacaktım.
Bir şekilde ya ben makamı, ya da onlar makam odamdaki yuvalarını kaybedeceklerdi.
Akşama kadar Bakanlıktan beni aramayan kalmadı…
En azından yumurtadan yavru kuşlar çıksın, uçup gidene kadar bekleyelim diye düşündüm.
Ben yuvayı almam, siz beni görevden alın isterseniz dedim.
Ertesi gün yuvaya bakmaya gittim ki ne göreyim yuva duruyordu, ama kumrular yoktu.
Yuva olmasa birisi kuşları ürküttü, kovaladı diyecektim…
Hâlbuki yuva yerli yerinde duruyordu.
Kumrular sanki durumu hissetmiş ve sessizce çekip gitmişlerdi.
Bir daha da hiç gelmediler…
Ben daha sonra Topkapı Sarayı’ndan Müsteşar ve Bakan Yardımcısı olarak Ankara’ ya gittim.
Kuşların yuvası dağıtılsın, makama sahip çıkılsın diyenlerin ise hiç birisi Bakanlıkta makamında kalamamıştı. Muhakkak ki, biz de bir gün bu makamdan uçup gideceğiz…
Kuşlar ise hep uçmaya ve yuva kurmaya devam edecek…
Unutmadan İlave edeyim Usta Gazeteci Merhum Savaş Ay birde isim vermiş bu kuşa Köşem Sultan olsun demiş ismi durumu da şöyle izah etmiş;
“Madem en güzel köşeyi kapmış, ona ‘Köşem’ Sultan diyelim mi. Malum IV’üncü Murat’ın ve Sultan İbrahim’in anneleri Kösem Sultan da eşiyle oğulları arasında tahta çıkan 2 ayrı padişahı makamdan etmişti.”
Tekrar Allah Rahmet eylesin güzel insandı vesselam…