Yazan: Şeref Yumurtacı / Tarihçi Yazar
serefyumurtaci@gmail.com
Bir Osmanlı sultanının tuğrasının, Bizans usulü mozaik sanatı ile işlenmesinin diğer mozaiklerde olduğu gibi önemli bir hikayesi var.
Yeni güne ulaşanlara selam, ulaştıran Rabbime hamdolsun;
Merhaba, hersanat.com okuyucuları…
Sizlerle bugün tarihimizin önemli yapılarından biri olan, birbirinden farklı efsane ve hikâyeye ev sahipliği yapan, binlerce yıllık geçmişi ile çağlara meydan okuyan Ayasofya’nın nadide parçalarından biri olan, 19 yüzyıl ortalarından kalma en yeni mozaiğini yani Osmanlı Devleti’nin ilk ve tek mozaiğini konuşacağız.
Ayasofya İstanbul’un Fethi’nin sembolü olmasından dolayı Müslümanlar için manevi bir öneme sahip olmasının yanında sanat dünyası açısından da oldukça önemlidir. Doğu Roma İmparatorluğu’nun İstanbul’da yapmış olduğu en büyük kilise olup aynı yerde üç kez inşa edilmiştir. Günümüz Ayasofya’sı İmparator Justinianos (527-565) tarafından yaptırılmıştır. 27 Aralık 537 yılında törenle ibadete açılmıştır. Kaynaklarda, Ayasofya’nın açılış günü İmparator Justinianos’un, mabedin içine girip, “Tanrım bana böyle bir ibadet yeri yapabilme fırsatı sağladığın için şükürler olsun” dedikten sonra, Kudüs’teki Hz. Süleyman Mabedini kastederek “Ey Süleyman seni geçtim” diye bağırdığı geçer.
Ayasofya, Fatih Sultan Muhammed Han’ın 1453’te İstanbul’u fethetmesiyle camiye çevrilmiş, fetihten hemen sonra güçlendirilerek en iyi şekilde korunmuş ve Osmanlı Dönemi ilaveleri ile birlikte cami olarak varlığını sürdürmüştür. 1 Şubat 1935’de Bakanlar Kurulu kararı ile müzeye çevrilmiştir. 1936 tarihli tapu senedine göre, Ayasofya “57 pafta, 57 ada, 7. parselde Fatih Sultan Mehmet Vakfı adına Türbe, Akaret, Muvakkithane ve Medreseden oluşan Ayasofya-i Kebir Camii Şerifi” adına tapuludur.
Kutlu fethin sembolü olan ve 1935’den beri asli vazifeni ifa edemeyen, ifa etmesi için dualar ettiğimiz Ayasofya, günümüzdeki konumu ile Bizans ve Osmanlı eserlerinin iç içe yaşadığı bir müze durumunda… Asırlara meydan okuyan bu haşmetli yapının Bizans dönemine ait belki de en can alıcı ve akılda kalıcı noktalarından biri de çeşitli noktalarına özenle yapılmış olan, her biri ayrı bir hikâyeyi tasvir eden mozaik eserleridir. Bunların yanı sıra özellikle Hattat Kadıasker Mustafa İzzet Efendi tarafından yapılan ve her biri 7,5 metre çapındaki hat levhalar başta olmak üzere Osmanlı hat sanatının da neredeyse en güzel örneklerini yine Ayasofya’da görüyoruz… Sadece bu yönüyle bile Osmanlı ve Bizans kültür sanat anlayışının bir aradalığının muhteşem bir örneğini gösterir bize Ayasofya…
Ayasofya’nın içerisinde diğerlerinden çok farklı bir mozaik var. Bu mozaik Osmanlı – Bizans kültür sanat birlikteliğini çok farklı bir boyuta taşıyor. Şayet Ayasofya’ya gitmiş ve hemen girişte dış narteks ana giriş kapısının sağındaki duvarda bulunan, birçok kişinin gözden kaçırdığı bu mozaiği gözden kaçırmamışsanız oldukça şanslısınız, çünkü Osmanlı Devletine ait bilinen tek mozaik bu.
Bir Osmanlı sultanının tuğrasının, Bizans usulü mozaik sanatı ile işlenmesinin Osmanlı tarihindeki ilk ve tek örneği olan bu mozaiğinde Ayasofya’daki diğer tüm mozaiklerin olduğu gibi bir hikâyesi var…
Sultan Abdülmecid Han 1847-1849 yılları arası yapılan Ayasofya tamiratına her zamanki isimleri değil de, İsviçreli mimar Fossati’yi tercih etmiştir. Sultan tarafından görevlendirilen Fossati’nin tamiratı sırasında Bizans dönemine ait üstü kapatılmış mozaikler, Sultan’ın hayli ilgisini çekmiş ve mozaiklerin tamamının bulunmasını emretmiştir. Öyle ki, Sultan Abdülmecid Han tamirat hakkında bilgi almaya geldiğinde ortaya çıkan mozaiklerin hikâyesini ve kimleri resmettiğini de sürekli sormuştur.
Hal böyle olunca da, yenileme çalışmalarını idare eden İsviçreli mimar Fossati, tamirat sırasında yoğun muhabbette bulunduğu ve mozaiklere olan ilgisini paylaştığı sultana bir hediyede bulunmak istemiş. Mimar Fossati, bu şekilde Sultan Abdülmecid’in portresini mozaik olarak yaptıramayacağı için, daha farklı bir yol izlemiş. Restorasyon sırasında dökülmüş olan mozaik taşlarını bir araya getirip, tamirat için yanında getirttiği İtalyan mozaik ustası Lanzoni’ye bu taşları yuvarlak bir levha üzerine sultanın tuğrası şeklinde işletmiş ve Sultan Abdülmecid’e hediye etmiştir.
Tuğra bilindiği kadarıyla yapıldığı dönemde hiçbir zaman sergilenmemiştir. Hatta bu ilginç eserin varlığından dahi yıllarca habersizdik. Ancak çok yakın bir zamanda Topkapı Sarayı’nda tesadüf eseri keşfedildikten sonra oradan alınarak asıl yeri olan Ayasofya’ya aktarılmıştır. İşte bu benzersiz mozail şimdilerde Ayasofya’da, ait olduğu yerde ziyaretçilerin görmesi için dış narteks ana giriş kapısının sağındaki duvarda sizlerin ziyaretini beklemekte.
Selam ve Dua ile…